amaleyathaneye geldik. orada eski bi televizyon vardı. o televizyon orada ne için vardı? masaya uzandım. biraz serindi. bir adam geldi ve göğsüme bir takım kablolar yapıştırmaya başladı. bu kişi bana, rutin işinin sıkıcı bir parçasıymışım gibi davranıyordu.
(çok az insan yaptığı işi seviyor.)
hemşire yumruğunuzu sıkın dedi. yumruğumu sıktım. sonra bir iğnenin soğuk ucunu hissettim, azıcık sızladı ama acı uzun sürmedi. şimdi, dedi hemşire, narkoz veriyoruz, ağzıma bi şeyi yaklaştırdılar.
bir ses duydum. hadi, yana geçiyoruz, dedi bu ses ve dediğini yaptım. -beni başka bir yatağa aldılar- çok konuşuyolardı- burnum, ağzım acayip ağrıyordu ve başım da ağrıyordu. -allahım ne kadar sürecek bu acı, diye düşündüm.- bir kadın, biraz arkaya gelin, yastığa doğru dedi ve arkaya attım biraz kendimi. -kadın, tamam, böyle daha iyi oldu, dedi.- gözlerimi açmaya çalıştım. azıcık açabildim ama hemen gözlerim yaşardı ve kapattım. bi hemşirenin yemeğe gittiği söyleniyordu. başka biri o gidene kızıyordu. saat dörtte evinize gidebilirsiniz demişlerdi. - saat kaç? - milan neredesin?-sabretmeliyim. bi kaç saat sürecek bu, sonra adım adım normale dönecek herşey. uyuyabilsem süper olurdu. ama saat kaç? tam olarak durum nedir?-
zaman geçmek bilmiyordu.
biraz sonra (ne kadar sonra?) beni yoğum bakımdan çıkarttılar ve servis bölümü dedikleri yere götürdüler. yakınınız var mı diye sordu biri, var, dedim ve milan geldi.
milan dışarda beklerken son derece zor bi dört saat geçirmiş ve bana bi şeyden dolayı kızmış. biraz kavga ettik, ona peltek peltek laf yetiştirmeye çalıştım ve sonra barıştık hemen.