Perşembe, Ocak 25, 2018

İnananlar mutludur. Şüphe edenler ise bilgili.



Savaşa hayır diyemiyoruz. Fakat savaş ne işe yarar? 

"İnananlar mutludur. Şüphe edenler ise bilgili."  (Edgar Allan Poe)

Biraz önce iki kitap sipariş ettim. Biri şu. diğeri de bu.  Satın alma saadeti.

Semerkant’a giden İzvestia gazetesi muhabiri, Enver Paşa’yla yaptığı mülakatı şöyle aktarmaktadır:

“Yataktan kalkar kalkmaz bir Türk subayı gelip emir ile görüşebileceğimi bana haber verdi. Derhal indim ve subayla birlikte genel karargâha gittik. Semerkant güzel bir Asya şehridir. Fakat beni en çok şaşırtan nokta bütün halkın son zamanda silahlandırılmış olmasıydı. Bu silahları nereden buldular? Bu silahları kim dağıttı? Semerkant birlikleri pek çoktur. Bana öyle göründü ki, Enver’in ordusunda her alay başka bir ırka mensup erlerden oluşmuştur. Fakat bu birlikler oldukça iyi donatılmıştır. Bununla beraber her ırk kendi milli kıyafetini korumaktadır!Türk subay ve erleri pek çoktur. İşte genel karargâha geldik. Burası taştan yapılmış güzel bir binadır. Kapıda nöbetçiler bekliyor. Bir Türk albayı bizi karşıladı. Bu, kurmay başkanı Nüzhet Bey’di. Emir, odasına girdiğimizde bizi bekliyordu. Enver’in resmini daha önce görmüştüm. Fakat bugünkü emir ile dünkü Enver Paşa birbirinden pek farklıdır. Bugünkü Enver siyah sakalıyla tanınmaz bir adamdır. Başında arkaya atılmış büyük bir Sibirya kalpağı var. Emir, siyah bir Çerkez elbisesi giyiyordu. Bir yanda tabanca, hançer, göğsünde fişeklikler vardı. Enver bu haliyle korkunç ve heybetli görünüyordu. Arkasında duvarda büyük bir kurmay haritası asılı, masasında iki telefon, kağıt üzerine koymak için kullanılan, ağırlık görevini gören parçalar, Türk ve Avrupa gazeteleri var. Enver elini yıkadıktan sonra görüşmemiz başladı.

Yazının devamı şurada.


Şurada
 kitaplara nasıl not alabileceğimize dair bi yazı var:

"Bir bif­tek aldı­nız ve onu kasa­bın buz­do­la­bın­dan ken­di buz­do­la­bı­nı­za aktar­dı­nız. Ama bu bif­te­ği tüke­tip kanı­nı­za karış­tır­ma­dan keli­me­nin ger­çek anla­mıy­la ona sahip ola­maz­sı­nız. İddi­am şudur ki, kitap­la­rın da size her­han­gi bir fay­da­sı olma­sı için kanı­nı­za karış­ma­sı gere­kir." 


Slavoj Zizek kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor:

"Orwell’ın 1938’de yazdığı harika bir deneme okudum. Tipik sol liberallerin harika bir analizini yapmış. Değişim istediklerini ama bunu ikiyüzlüce yaptıklarını söylüyor: Değişim istiyorlar ama sanki hiçbir gerçek değişim olmayacağını netleştirmek için yapıyorlar bunu." 

Röportajın tam-metin çevirisi şurada.

Dimitrov:
Faşizm, büyük emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etmekle birlikte, kitlelere, kendisini aldatılmış bir ulusun kahramanı biçiminde tanıtır. Alman faşizmi örneğinde de görüleceği gibi, kitlelerin ateşli ulusal duygularından yararlanır." 

Marx:
"Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor."


"31 Temmuz 1947’de, Pulitzer ve Nobel ödüllü yazar John Steinbeck ile “dünyanın en büyük savaş fotoğrafçısı” olarak anılan foto muhabiri Robert Capa Moskova’ya vardılar. Soyvetler Birliği’ndeki gündelik hayatı bizzat görmek ve kayıt altına almak niyetiyle başladıkları 40 günlük gezi, Moskova’nın ardından Kiev, Stalingrad, Tiflis ve Batum’a uzanacaktı."  John Steinbeck ile Robert Capa Sovyetler’de ne gördüler? 

Nuri Bilge Ceylan'ın resmi YouTube hesabı. Dün bütün gece buradaki videoları izledim. Kanalda NBC filmlerinin kamera arkası görüntüleri var. Ceylan'ın çalışma yöntemi,  canından bezmiş oyuncuları, sahicilik arayışının bir platformu olarak platolar, vs. 

Bu aralar Pascal'ın 'Düşünceler'ini okuyorum. Hani şu meşhur tabirin yer aldığı kitap:


İnsanın beyhudeliğini tam olarak anlamak isteyen birinin, aşkın sebeplerini ve sonuçlarını düşünmesi yeterlidir. Aşkın sebebi bir Je ne sais quoi'dır.*  Comeille. Ve sonuçları dehşetengizdir.  Bu Je ne sais quoi, bu farkma varamayacağımız kadar küçük şey, yeryüzünün tamamım, bütün hükümdarları, orduları, bütün dünyayı sarsar.
Kleopatra'ınn burnu biraz daha küçük olsa, dünyanın hali bambaşka olurdu.
İnsanın elinin altında ömür boyu olması, dönüp dönüp bakılması gereken kitaplardan.

Herneyse bu günlük bu kadar mesai yeter.


*Je ne sais quoi: bir seyi ya da bir kisiyi ozel/cekici yapan, benzerlerinden ayiran, anlatmasi zor nitelik
* en üstteki fotoğrafta neşet ertaş, babası muharrem ertaş ve ailenin geri kalanını görüyoruz.