
1. erhanbey’in başı çatlayacak gibiydi sayın seyirciler… Ensesinden başının tepesine doğru sinsi adımlarla ilerleyen sızı ordularının saldırıları karşısında kendini savunma şeyini gösteremeyen bu insan, tam o esnada İsmail Hakkı Efendi’nin “Nerelerde kaldın ey servi nâzım” adlı Nihâvend eserini dinliyordu ki tersine o böylece, savunma güçlerini, keder denizinde kaderleriyle baş başa bırakmış oluyordu..
2. Nerelerde kaldın ey servi nâzım
Bana bir haber ver budur niyâzım
Hasretinden acep ölmek mi lâzım
Bana bir haber ver bu dur niyâzım
3. Bilgisayar koltuğundan divana doğru bacaklarını uzatan ve koca göbeğinin üzerinde ellerini birleştiren ve çapaklı gözlerini sızıyla yumup, Munip Utandı Bey’i dikkatle dinlemeye koyulan erhanbey, aniden nostaljik bir esrimeyle eriyip gider, kendini Burhanettin Köyü’nde, dayısının ahşap evinde bulur.
Ve o köyde şunlar şunlar şunlar vardır: Dayı. Nuran yenge ve onun lezzetli yemekleri. Yalçın abi, Kılıç Abi, Ayşe Aba, armağan Aba, Melek Aba, Haluk. O ahşap, eski ev. Çeşmeden ikide bir su taşımalar. Yalçın Abi’nin horozları. Kuyunun oradaki kiraz ağacı, taflan ağaçları. Yukarıdaki harman yerinde koca kiraz ağacı yine, bi sürü incir ağacı, Meryem Teyzemlerin eski evi, akşam tavla partileri, büyüklerimizi hayran hayran izlemek, fındık bahçeleri, başşağa çıkmalar, Haluk’la aramdaki rekabet krizleri, akşam televizyon karşısında herkesle birlikte geçen zaman, dayım yatmaya gittikten hemen sonra yakılan sigaralar, Yalçın Abi’nin her zamanki yeri -tv’nin karşısındaki divan…
Nostalji: Kederli lezzet.
4. Düşmanlarından ne yakınırsın
Senin olduğun gibi oluşunu
Sessizce, sonsuz bir suçlama olarak gören
Dostların gibi mi olsalardı?
(Batı Doğu Divanı)
