Pazartesi, Aralık 03, 2007

mim

ben küçükken İlknur K.'ya aşık olmuştum.
ilkokuldaydık. en temiz hislerle sevdiğim bu genç bayanla aynı sınıftaydık. o'nu sık sık bizim sıraya doğru bakarken yakalar o da bana aşık diye düşünürdüm. lâkin neden sonra öğrendim ki aslında o, sıra arkadaşım Fatih Fazıl T.'ye bakıyormuş zira o bana değil o'na aşıkmış.
benim açımdan farkeden bişey olmamıştı yine de; ben Fatih Fazıl T.'ye aşık olan İlknur K.'ya aşık olmaya, ister istemez, devam etmiştim.

ben aslında bu aralar iyi değilim. aslında nasıl iyi olunur unuttum. veya iyi olan insanlar nasıl iyi oluyorlar, anlayamıyorum. bloglara falan bakıyorum, gülüyorlar, gözlerinin içi gülüyor, onları yeni bir türle karşılaşan bir zoolog gibi heyecanla takip ediyorum; her neşeli manzara aklımı başımdan alıyor, şaşırıyorum.

ilk kopyayı ben tâ üniversite son sınıftayken Arapça'dan bütünlemeye kaldığımda çektim. o kadar gecikmemin sebebi, artık bir şeyi görebilmek için o şeye burnumu yapıştırmak zorunda kalışımın fark ve miyop oluşumun son derece geç tespit edilişiydi.
ben tespit edememiştim, yaşıtlarımdan kısa oluşum gibi bi şey olduğunu düşünürdüm bu durumun.
Ama yine de bi şeylerin ters gittiğinin hissedebiliyordum. Bu insanlar önlerindeki arkadaşlarının yazılı kâğıtlarını nasıl okuyabiliyordu? Nasıl o minik minik harflerle doldurulmuş kopya kâğıtlarını görebiliyordu?

İlk cep telefonum kardeşimin artık taşımaya utandığı ericsson marka bi telefondu. cep telefonlarının yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde ben sabit telefonu bile olmayan bir köyde öğretmenlik yapıyordum. köyde işe yaramıyordu ve 'bu iletişim ihtirası da ne oluyor canım' şeklinde bir muhafazakâr itiraz dolayımında şey ettiğim bir aletti ve zaten bu yüzden uzun süre kardeşimden arta kalan telefonlarla idare ettim.

en saçma huyum 'son damla'yı mutlaka ekleme huyumdur.
yanlış anlamalara mani olmak için hemen açıklayayım: mesela, demliğe çay koyuyorum. koydum. demliğin kapağını kapattım, ocağa koyacağım. ama hemen n'apıyorum? demliğin kapağını tekrar kaldırıp azıcık daha çay ekliyorum. eklemeden duramıyorum.
bu belirli bir ölçeği olmayan her şeyde, çiçek sularken, yemeğe tuz eklerken vs. mutlaka yinelediğim bir saplantı.

aşk bence... geçelim onu tırtıl...

benim en sevdiğim bloglar şimdi artık ne yazık ki kaybolup giden e-cisday, izlenimlerini hayranlıkla takip ettiğim endişeli peri, yeni keşfettiğim ve bir çırpıda bütün arşivini okuduğum bağdat cafe, samimiyeti ile beni mest eden netlik ayarı, her okuyuşta yeni bi şeyler öğrendiğim hastalardan öğrendiklerim... ve mira y calla ve bibliodyssey ve the nonist ...



Related Posts: