Cuma, Ağustos 24, 2012

sakal


milan, "ama sakalını kestirmelisin," dedi.

kulaklarıma inanamadım. "ne diyosun sen?" dedim.

tam da tolstoy gibi olmama ramak kalmış ve kendimi hayatımda ilk kez yakışıklı bir adam gibi hissetmeye başlamışken bunu benden nasıl isteyebiliyordu?

"öyle gelme samandağ'a," diye sözlerine devam etti milan, "buralarda iyi karşılanmayabilir," dedi.

o an belki de bu düğün hiç bir zaman gerçekleşmemeli diye düşündüm.

"ama ben çok seviyorum sakalımı milan," dedim, "en sevdiğim organım benim o; onu oğuşturmak ve o esnada uzaklara dalıp derin düşünceler içinde kaybolmak marifetiyle kendimi sevmek, şu zavallı kimlik inşa sürecimin en önemli parçası bu günlerde," dedim.

XIX. yüzyılın büyük insanlarının sakallarıyla ilişkilerini şimdi çok daha iyi anlıyordum: sakalda keramet vardı, sakalını oğuşturdukça, allaaddin'in lambası misali, bir takım hakikat cinleriyle aydınlanıyomuşsun gibi bi hisse kapılıyordun.

fakat bunu bir kadına nasıl anlatabilirsin?

milan kestirip attı, "hem okulların başlamasına ne kadar kaldı, zaten kestirmeyecek miydin?" dedi.

ona, beni hayatımın en güzel yıllarını sakalsız geçirmek zorunda bırakan memuriyet hayatıma son vermeyi bir süredir ciddi ciddi düşünmeye başladığımı söyleyemedim.

bunun yerine saldırdım.
"yaw, sizin samandağ sosyetisi de ne katıymış,"dedim, "hem onların kendilerine ait protokol kuralları varsa benim de var," dedim, "lütfen ailelerimiz karşısında kişiliklerimi koruyalım bitanem," dedim.

milan ürkütücü bir cevap vermeyişle karşılık verdi -ki ben de böylece birden ürktüm- ve o vakit sonu felakatlere yol açabilecek kör bir haddini bilmezlik içinde olduğumun farkına vardım.

"tamam ya, madem öyle,"dedim ve telefonlarımızı kapattık.