sabah altı otuz'da alarm marifetiyle uyandım.
milan kalk, dedim.
bi beş dakika daha uyuyucam, dedi milan.
derken ben de uyayakaldım fakat bir müddet sonra hanımımın, erhan kalk, diye seslenmesiyle bir kez daha uyandım ve kalktım. kahve suyu koydum. banyoya gittim ve orada rutin bir takım hareketler söz konusu oldu.
milan giyinirken ben kahveleri hazırladım. kahvelerimizi içmek üzere kanepelerimize geçtik ve ipad'i elime aldım ve twitter'ı açtım ve hemen moralim bozuldu. bi salak, kayserili bilim adamlarının borla çalışan tank yaptıklarını yazıyordu. şaka yapmıyordu. trollemiyordu.
milan, erhan bırak onu da biraz konuşalım, gidicem ben ya, dedi.
ipad'i hemen yanıma bıraktım ve baktım hanımıma, evet, dedim, bi şey anlatsana erhan dedi hanımım.
şu öğretmene yapılanları izledin mi milancım, dedim.
ay evet, dedi milan, ne hale geldi okullar, diye karşılık verdi, ama iyi oldu belki bi şeylerin tartışılmasına vesile olur böyle şeyler, dedi.
ben, ama yazık oldu öğretmene, dedim, eşinin falan yüzüne nasıl bakacak şimdi, çok utanmıştır, dedim.
neden sonra, ay geç kaldım, diyen hanımım hemen kalktı, son bir yudum daha çekti kahvesinden ve botunu giyip, yanağıma bir öpücük kondurup, sabah karanlığında kayboldu gitti.
yalnızlık kaleme geri döndüm.
star trek discovery'nin son bölümü gelmişti, izlemeye çalıştım fakat izleyemedim. zira çok kötü.
bu aralar metin and'ın 'osmanlı tasvir sanatları'nı karıştırıyorum. o kitaptan bi kaç minyatür aldım ve bloguma yükledim. minyatürde çizgi roman tadı var. çok seviyorum. minyatürcüleri, onların naif dünyalarını falan çok seviyorum.
bir müddet böyle minyatürleri izleyerek zaman geçirdim ve sonra kalktım, kahvaltı hazırladım: zeytin, peynirler, iki yumurta, milan'ın yoğurt ve bir takım salatalık malzemeyle yaptığı çok lezzetli bi şey ve patates kızartması vardı kahvaltıda. bal yoktu, balı dün bitirmiştim.
sonra yeşil kanepeye uzandım ve taa ne zaman önce aldığım moebius ve jodorowsky'nin incal'ini okumaya başladım tekrar. biraz okudum. neden sonra tekrar bilgisayarın başına geçtim, ama bilgisayarın başına geçmeden önce, incal'ı okurken, ulan ne zamandır roman okumuyorum, bi roman bulayım ya, diye düşünmüştüm. kitaplar klasörümde binlerce kitabım var. agota kristof 'un "dün"ünü kindle'ıma yükledim. bi türk kahvesi yaptım ve sallanan koltuk diye tarif edebileceğimiz bir koltuğa kuruldum ve kitabı okumaya başladım.
fakat bu çok uzun sürmedi. 1'de toplantım vardı. duş almalı, bi gömlek ütülemeliydim. bu dediklerimi yaptım ve manasız bir toplantıya böylece bi kaç dakika geç kaldım.
öğlenden sonra iki dersim vardı: proje hazırlama ve felsefe. proje hazırlama'da kitap okuyoruz. ben çehov'dan bi kaç hikaye okudum. birinde ceberut bir kadının hayatına girmesiyle görünmez hale gelen bir adamın hikayesi anlatılıyordu. felsefe dersinde ahlak felsefesi yaptık. ahlaken iyi diye değerlendirilen bazı eylemler etik olarak kötü olabilir mi sizce çocuklar?
sonra eve döndüm.
telefonun şarjı bitmek üzereydi. biraz dolsun da dedim, sonra bornova'ya doğru biraz yürürüm dedim.
youtube'da "Dr. Mehmet Ö. Alkan ile 150. yılında Das Kapital’in Türkiye’deki Serencamı" diye bi video izledim ve şarj doldu ve yola çıktım.
hava biraz serin fakat güzeldi. ne güzel uzun yürüyüşler yapmaya başlamıştım bir ara. sonra kış gelmiş ve ben yine evde pinekler olmuştum.
yol boyunca rabarba potcastı dinledim.
milan'la büyük park'ta bi kafede buluşacaktık. buluştuk. fakat bir çay bile içmeden arabamıza atladık ve eve geri döndük.
hemen yemeklerimizi hazırladık. mantarlı bi şey hazırladı milan. ben sevmiyorum mantar. kendime ton balıklı makarna yaptım. salata malata.
le casa del papel eşliğinde karınlarımızı doyurduk. ve kapı çaldı. küçük odanın tavanında bir su sızma problemi var. sorunun muhatabı komşu bir ustayla geldi ve suyun sızdığı duvar incelendi ve gitti sonra onlar.
bu arada milan bi saatliğine uyumak üzere yatağa geçti.
çay yaptım. agota kristof'u açtım tekrar. enfes bi şeymiş. bu gece bitiririm heralde...
saat 23.35.
milan hâlâ uyuyor. bi ara uyandırmaya çalıştım onu ama yok. kalkmıyor. sonra gecenin üçünde kalkacak sabah kadar uyuyamayacak.
evet. işte böyle.